Evrim Altuğ- İstanbul Tepebaşı’ndaki Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, İspanyol çağdaş fotoğraf sanatçısı Isabel Munoz imzasıyla 17 Eylül’e kadar sürecek yeni sergisiyle, dünyada daha önce görülmemiş, dünya kültür hafızasını baştan çıkaran 12 bin yıllık “Yeni Bir Hikâye”yi anlatıyor.
Küratör François Cheval imzasını taşıyan sergi, Munoz’un UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Şanlıurfa Taş Tepeler’deki Göbeklitepe ve Karahantepe’de, bölgenin insanlık ve doğa karakterine yoğun empati ile Türkiye’den yerel materyalle ürettiği fotoğrafların yanı sıra video düzenlemeler ve dijital sanat yapıtlarını kapsıyor. Dün sabah basın karşısına çıkan Munoz’a göre sergi ”Bir arkeoloji sergisi olmaktan ziyade bir insan, kadim uygarlıklar ve evren sergisi” olma özelliği taşıyor.
Prado Müzesi’nin “yaşayan en iyi 12 çağdaş fotoğrafçı” arasında gösterdiği Munoz, sergi için Türk ve İslâm kültür birikimine iz bırakan “Hüsn-ü Hat” geleneğine gönderme yaparak, Karahantepe gibi noktalarda tespit ettiği kültür izlerini, cam üzerine ultraviolet baskı ve 24 karat altın varak eserler eşliğinde de sergiliyor.
Yeni Bir Hikâye ”Bir arkeoloji sergisi olmaktan ziyade bir insan, kadim uygarlıklar ve evren sergisi”.
Şanlıurfa kazılarını 1990’lı yıllardan bu yana izlediğini söyleyen Cheval ise sergi için “Hep atalarımızla konuştuk, yuvarlaklar, yıldızlardan faydalandık” diyor ve bir bakıma “devamlılık ile ilgili bir deneme” olduğunun da altını çiziyor. Cheval: “Biz, insan olarak yaklaşık 14 bin yıl önceden beri yıldızlara bakıyor ve her zaman yıldızları bir imge hâline getiriyoruz. Burada, aslında bir mücadele değil ama, yaşam ve ölüm arasında bir denge var. Yaşam her gün birçoğumuz için çok zor olabiliyor. Bu sergideki herhangi bir karenin önünde beş dakika durabiliyorsak, bizim için esasında önemli olan budur. Bizden olmayanlar hakkında bir şeyler düşünebiliyorsak, bizim için güzel, önemli olan budur..”
Boğa güreşinin merkezi
“Yeni Bir Hikâye” sergisi için ‘uzun pozlama’yı tercih ederek, hiç yapay ışık kullanmayan Isabel Munoz, fotoğrafçılığını bu sergi aracılığı ile ‘onlar ve biz arasında’ bir köprü oluşturabilmek adına değerlendirdiğini belirtiyor. Türkiye topraklarında baskı yaparken, İspanya topraklarından da faydalandığından söz eden sanatçı, bu dünya mirasının yaratıcılarının, günümüz insanları üzerini açmak suretiyle tekrar keşfedilmek üzere bıraktıklarından heyecanla söz ediyor. Geçmişteki sanatçı ve tasarımcıların bir bakıma günümüze bir yazı şekli de bıraktıklarından söz eden Munoz, Pera Müzesi’nde yer alan serginin üst katında, 12 kadraj ile 12 yıldızı sembolize eden bir yerleştirme ortaya koyduklarını anlatıyor. Yıldızların, rüzgârların, toprağın ve taşın refakatinde, fotoğrafçılığın da temeline işaret ettiklerini aktaran Munoz, toplantıda çok ilginç bir paylaşımda da bulunuyor: “Sayburç’ta, sergide de göreceğimiz ilginç bir yapıt var. Biz biliyoruz ki, boğa güreşinin merkezi İspanya’dır. Hayır… Sayburç! Yine sergide, Karahantepe’de bulunan ilk insan kafatasıyla ilgil bir görüntü de bulunuyor. Ben, kemikleri araştırırken bir ‘otoportre’ ortaya koyabilmek adına beynimin EEG görüntüsünü, bu taşın üzerine yansıttım. İstedim ki ben de göçüp gittiğimde, bir iz yaratabilelim. Zaten burada mümkün olduğunca, onlara yaklaşmaya çalışıyoruz. Burada çeşitli sütun yerleştirmeleriyle sudaki yansımaları, ateşi, şimşeği yansıtmaya çalıştık. Aynı zamanda biz, mimarlar ve arkeologların duygularına da tercüman olmak istedik. Bu konuda özel bir paylaşımda da bulunmak istiyorum. Bu sergi nedeniyle Pera Müzesi’nde bugün saat 14.00’de uluslararası arkeologlar ile düzenlenecek ücretsiz seminere katılan ve Cantabria Paleontoloji Mağaraları Yöneticisi ve Mimar, İspanyol arkeologlardan biri, Roberto Ontanon, bana ‘Bu bölge çok önemli, zira burada yaşayanlar, depremler hakkında bilgileri olduğu için bu harika yerleri inşa edebilmişler’ demişti.”
“Picasso’yu, Dali’yi görür gibi hissettim”
Munoz, sergiye damga vuran “Tepetype” üretim tekniği hakkında ise, şu detayları veriyor: “Sulu boya kâğıdı kullanıyoruz. Platin baskı üzerine bir yapışkan ile, toprağı ‘blender’dan geçiriyoruz. Bu yörede çok beyaz bir toprak var. Üç, dört serigrafi yapıyoruz. Kuruduktan sonra, burada, bir şekilde baskı yapıyoruz. İki üç kat uygulama yaptıktan sonra, yüzey oluşunca, yine dijital baskı makinesi kullanıyor ve iki, dört renk ekliyoruz. İstediğimiz şeye ulaşıyoruz…”
Munoz, Göbeklitepe ve çevresinde tanık olduğu yapıtlarda karşılaştığı doğa, insan ve hayvan soyutlamalarının modern sanatla ilgisine dair bir soru üzerine ise, şu karşılığı veriyor: “Burada, bu kültür mirasında gezerken, bir Picasso, bir Dali’yi, modern çağdaş sanatçıları yine görür gibi hissettim. Bu, 12 bin yıl önce yapılmış olmasına rağmen son derece çağdaş görünüyordu. Picasso’nun başyapıtı “La Guernica”yı düşündüm. Eminim, Picasso burada bazı şeyleri görse bayılırdı. Burada aklıma ayrıca, bir diğer değerli isim Antoni Gaudi de geliyor. Bizler hepimiz, zaman çok geçmiş diye düşünüyoruz; ama arada duygusal bağlar var. Göbeklitepe, Sayruç’ta, Karahan’da bunları görebiliyoruz. Bu ‘Yeni Hikâye’de ben mümkün olduğunca, orada neler olduğunu yorumlamaya çalıştım. Oradaki sanatçılar, neler düşünüyordu, onları yansıtarak bir köprü görevi görmeye çalıştım. Görüntüyü tamamlayacak olan ise, izleyicinin ta kendisidir.”