Artık bu “Yargı”ya dair yazacağım son şey olacak, çünkü diziyi izleyen – izlemeyen herkes ekibin Lütfi Kırdar’da seyircisiyle beraber bir şölene çevirdiği (ve geliri Türk Eğitim Vakfı’na bırakılan, iyilik dolu) ‘veda’dan haberdar. Finali seven var, sevmeyen çok, bana sorarsanız hiçbir final bizi mutlu etmeyecekti, ben gecenin geride bıraktığı bir şeyden söz etmek istiyorum. Bir duygudan.
Dönüp “Yargı-Veda” ile ilgili paylaşımlara baktığınız zaman en çok söz edilenin Kaan Urgancıoğlu’nun üç yıllık partneri – yol arkadaşı Pınar Deniz’i anons ederken söylediği cümleler olduğunu görüyorsunuz. Öncelikle sahnede konuşma yapma konusunda aralarındaki farktan söz etti, kendisi düşünür, Pınar Deniz doğaçlama yaparmış. “Ben de Pınar gibi yapayım dedim, en kötü batırırım, pası Pınar’a atarım, üç yol boyunca genelde öyle yaptım” dedi. Ve pası atarken de bir dizi özellik saydı: “Güzel, yaratıcı, merhametli, hayvan dostu (‘ki bu zamanlarda bu çok kıymetli’ diyerek), kötü gün dostu…”. Sonra “Burası da çok önemli” dedi ve ekledi: “Çocukluğundan beri kendi yolunu kendi aydınlatmayı başarmış, yetenekli Pınar Deniz geliyor”.
Bana da bütün bu özelliklerin, bilhassa ‘kendi yolunu kendi aydınlatmayı başarmak’ gibi bir gücün en önemli nitelikler olarak sayılması çok önemli geliyor. Pınar Deniz çok güzel bir kadın evet ama asıl kıymetli olan doğuştan kendi dahlimiz olmadan sahip olduğumuz şey değil, zekâmızla, kalbimizle, çabamızla kendimize kattıklarımız ya… Bunun altını çizen, “batırdığımda pası ona atarım” diyebilen bir erkek rol arkadaşı da diziye çok yakıştı.
“Yargı”da her zaman en çok sevdiğim bu oldu. İş güç sahibi, kendi kararlarını veren, aklını aşkı bulup ilişkiyi yürütmeğe takmamış, çareyi başka birinde değil kendinde arayan, kendi yolunu aydınlattığı gibi ışığıyla çevresini de aydınlatan kadınlar izledik, üç sezon. Kararlı savcılar, başarılı avukatlar, yürekli polis memurları… En çok bunu özleyeceğim.
Bir de son soru: Bir Yekta Tilmen ‘spin off’u şahane olmaz mıydı, “Better Call Saul” gibi?
Toplum sağlığı ve güvenliği
Kaan Urgancıoğlu’nun ‘hayvan dostu’ olmanın bugünlerde önemli olduğunu neden vurguladığı hepimizin malumu. Aslında her zaman önemli, çünkü bizde sık sık gündeme gelir, ‘başıboş’ köpek sorunu ve buna radikal çözümler. Bugünlerde de barınaklardaki 30 gün içinde sahiplenilmeyen köpeklerin uyutulması ile ilgili yasa tasarısı tartışılıyor. ‘Kontrolsüz’ çoğalmasınlar diye… Toplum sağlığı ve güvenliği için…
Sokakta yaşayan çoğu köpek (ve tabii kedi) için hayat kolay değil. Aç kalıyor, türlü tehlikelerle karşılaşıyor, kötü muamele görüyorlar. Zaten sokak şartlarında çok uzun değil ömürleri, ortalama beş yıl kadar. Hayvan hakları derneklerinin sıkça söylediği gibi etkin bir kısırlaştırma programıyla ‘kontrolsüz çoğalma’ kontrol altına alınabilir. Buna 10 yıl önce başlansa belki şu an böyle bir sorundan söz ediyor olmayacaktık. Bir başka canlının yaşaması – ölmesi konusunda bunun ötesinde bir söz hakkımız olmamalı diye düşünüyorum. Umarım bu tartışmalar da bu yönde son bulur.
Hayvanlar insan kadar tehlikeli değil, öte yandan. Çoğu, özellikle de vahşi olmak üzere eğitilmemiş sokak köpekleri, durduk yerde kimseye saldırmaz. Toplum sağlığı ve güvenliği demişken, tavuğa tecavüz eden ‘insan’ diye bir canlının özgürce yaşadığı bir dünyadan söz ettiğimizi hatırlatmak isterim.